Çok önemli kararların alınacağı günlerin eşiğindeyiz.
Ülkelerin ve insanların yaşamında sonradan pişman olunacak kararlar aldıkları çok görülmüştür;
Sonradan geri dönüşü mümkün olmayan bu pişmanlıklar, mutsuzluğumuzun ve karamsarlıklarımızın da ana kaynağını oluştururlar…
İyi düşünelim; sonradan pişman olacağımız kararlar almayalım… Tüm insanlığa ait kültürel işaretleri, bireycil, bencil, etnik ve milliyetçi damgalamalarla karmaşadan ekmek çıkaranlara malzeme olarak kullandırmayalım.
Tüm Asya ülkelerinin değişim, yenileşme ve baharı karşılama bayramı olan Nevroz bütün insanlığa kutlu olsun dostlar…
“Mitolojik araştırmalara göre, Nevroz, Mezopotamya’daki Aşk Tanrıçası İnanna ile Çoban Tanrısı Dumuzi’nin aşkından ortaya çıkmıştı. İnanna kendisine ihanet eden Dumuzi’yi yeraltına göndermişti. Dumuzi yalnızca bahar aylarının başında ortaya çıkıp İnanna ile birleşebiliyordu. İnanna-Dumuzi ilişkisiyle Attis-Kybele, Astarte-Adonis, İsis- Osiris birliktelikleri arasında bir özdeşlik vardır. Bu zaman, yeryüzünde soğukların, yoklukların bittiği, bereketin filizlendiği, güneşin ısıtmaya başladığı bahar mevsimini de haber veriyordu. 21-22 Mart günü kutlanan Nevroz, İran için ulusal bir bayramdır. Ayrıca birçok Asya halkı için de aynı günler baharın geldiğini müjdeleyen şenliklerle kutlanır.
Anadolu’da da Nevroz kutlamaları yapılır. Tahtacı Alevilere göre o gün, Ali’nin doğum günüdür. Başka Alevi topluluklarında Ali’nin halifeliğinin yıldönümü olarak da kutlanır (Kars). Aynı günler, Hıristiyan dünyası için İsa’nın yeniden yaşama dönüşünün, dirilişin kutlandığı günlerdir! Nevroz’a denk gelen 21-22 Mart günleri Anadolu’nun değişik yerlerinde de benzer kutlamalar yapılır. Mudurnu’daki “betnem” törenleri, Ankara yöresindeki “hasır küfrü” aynı günlere rastlar. Bu tören Hıristiyan ve Müslümanlar tarafından ortak kutlanırdı. Attis’in yeniden diriliş tarihi sayılan 22 Mart, İsa’nın ölümü 23 Mart, yeniden diriliş 25 Mart tarihleri, Çoban Tanrısı Dumuzi’yle ilintili Nevroz kutlamalarının aynı dönemlere denk gelmesi mitoloji ve ritüeller arasında tüm dünyaya yayılmış bir karnavalcı gelenek olarak anılabilir. Aynı günler Hıristiyanlar için paskalya yortusudur. O günlerde Müslümanlar da şölenler düzenlerler, çocuklar kırmızıya boyanmış yumurta tokuşturur. Betnem’de dağlardan toplanan ardıç dalları yakılır, hasır küfrü’nde eski hasırlar ateşe verilir.
Aynı günlerde, baharı karşılamak için Anadolu’nun başka yörelerinde de “çiğdem pilavı”, “çiğdem bacası”, “baca pilavı” gibi adlarla anılan şölenler düzenlenir.
Bahar kutlamaları içinde Anadolu’da daha yaygın ve daha coşkulu kutlanan bir başka bayram ise Hıdrellez’dir. Hızır, mitolojik bir tanrıdır. Kuran’da Musa’ya yol gösterirken anlatılır. Elini vurduğu her şey canlanır. Bereket sembolü ve sağaltıcıdır. Bazı kaynaklar Hıdır ve İlyas’ı (ya da Ellez) kardeş bildirir, bazı kaynaklara göre Ellez kızdır. İki sevgili hıdrellez günü buluşur ve kavuşmanın sevinci ile can verirler (Ali İmer, Halkalı’da Hıdrellez, anan: Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s 280). Hıdrellez bayramı, 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece Hızır ile İlyas’ın buluşması, bir an her şeyin ölüp daha gür, daha canlı, daha doğurgan olarak yeniden dirilişi üzerine kurulu bir yarı kutsal törendir. Zaman ayrımı olmakla birlikte, Hıdrellez’in de mitolojideki Attis, Osiris, Tammuz, Adonis söylenceleri ile doğrudan ilişkisi olduğu açıkça görülebilir. Hıdrellez’de genç kızların eğlencesi öne çıkar. Topluca kırlara çıkılır, toplu yemekler yenir, danslar yapılır. Salıncak kurulup genç kızların sallanması günümüze kadar süregelen bir ritüeldir. Kelt aslından kavimlerde olduğu gibi, Hıdırellez’de de ateş yakılıp üstünden atlanıldığı bölgeler vardır. Benzer bir uygulama 22 Haziran günü yapılan Saint Jean Yortusu’nda da görülür.
Mevsimlik bayramların dışında yağmur törenleri, değişik amaçlarla yapılan adak sunumları da, topluluklarda benzer karnaval havasını kışkırtır. Bu zaman kesitleri içinde olağan, resmi yaşam durur, yeni ve aykırı olan şeyler gözlenir toplumda.
Yağmur duası için çıkıldığında elbiseler ters giyilir. Kütahya’nın bazı ilçelerinde dualara karşın yağmur yağmazsa bir deli Tanrı’yla çıkışır gibi konuşmaya başlar (Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru, s 175-177).
“Elbiselerin ters yüz edilerek giyilmesi ve pantolonların başa geçirilmesinden, dalga geçilen sahte kralların ve papaların seçilmesine kadar aynı topolojik mantık hüküm sürüyordu: yukarıdakini aşağı kaydırma, yüce ve eskiyi, son şeklini almış ve tamamlanmış olanı ölüm ve yeniden doğum için maddi bedensel alt yapıya gönderme.” (M. Bahtin, Karnavaldan Romana, s 102)
Gerek bereket bayramlarında, gerek doğaya ilişkin bir dileği dile getiren ayinlerde adak sunumu, yemeli içmeli eğlenceler de mutlaka etkinliğin bir parçası olarak yerini almaktadır.
Ateş yakılması, ateşten atlayarak onunla eğlenme, geceleri meşalelerle gezilmesi de hem bu ayinlerin, hem de düğün törenlerinin vazgeçilmez bir parçasıdır. “Ateş imgesi de karnavalda son derece ikircikli, çift anlamlıdır. Dünyayı eşanlı olarak yıkan ve yenileyen ateştir.” (M. Bahtin, Karnavaldan Romana, s 243)
İlhan Başgöz’ün, Folklor Yazıları adlı yapıtında ayrıntılarıyla anlattığı kimi bayramlarda, düğünlerde, yağmur törenlerinde, süslenmiş tahta bebek, yörelere göre verilen değişik adlarla nahıl gezdirilmesi, eşeğe bindirilmiş yaşlı bir kadının dolaştırılması, bu arada eşeğin dürtüklenerek gülünçlükler yapılması antik kültürde ve Batı Hıristiyan kültüründe yer alan bayramlarda, karnaval ritüellerinde de sıkça gözlenebilir. Benzerlikler, oyun, ritüel kültür geleneklerinin tüm insanlık için ulaştığı geçmişteki o paylaşılmış değerler zamanına, “yeryüzünü komünal bir edime” dönüştüren karnaval ortamına götürür bizi. Anadolu’da yağmur için yapılan törenlerde çömçegelin, dodo, godu godu, gode, kepçegelin, kepçehatun, bodi bodi gibi değişik adlar verilen bir tahtadan yapılma, çoğu kez kepçenin de kullanıldığı, çarpraz konulmuş tahtalar üzerine kurulmuş kukla gezdirilir (Dursun Akçam’ın Kanlıderenin Kurtları adlı romanında kepçehatun için ahır süpürgesi kullanılarak başka bir grotesk imge olan hayvan dışkısı bereket kuttöresine katılmıştır. Korkunç İvan’ın feodal kastlara karşı mücadele eden Opriçnina adlı, hiyerarşi karşıtı askerlerinin sembolleri de süpürgedir. (M. Bahtin, Rabelais ve Dünyası, s 299).
İlhan Başgöz, burada kullanılan kepçe sözcüğünün Oğuzca “kamıç”tan, onun küçültülmüşü kumıcak, yani kurbağa yavrusundan geldiğini işaret eder. Anadolu’da ve İran’da yaşayan Kürtler kurbağa yavrusuna çömçecik derler. Bu ad, Oğuzca çömmek, çummak (bir başka yerel ve çağcıl kullanım: çimmek bizim notumuz-) eyleminden doğmuştur. Aynı törenlerde kullanılan bezetme nesne için kullanılan “Gelin Guk” tamlamasındaki Guk sözcüğü Farsça kurbağadan gelir. Dodu, ya da dodo sözcüğü de İran kaynaklarından kurbağa ile ilişkili bulunmaktadır. Anadolu yağmur törenlerinin bir bölümünde yakın zamana kadar kurbağanın kullanılmakta olduğu bilinir. Törenin ilk doğuş zamanlarında da kurbağa taşınıyor olmalıydı. Ateşte islenmiş bir kepçe ile kurbağa yavrusu arasındaki biçim benzerliği de göz önüne getirilmelidir.
Kurbağa, Çin’de, birçok Uzak Asya ülkesinde, Hindistan’da, yağmur tanrısı olarak kutsanmıştır. Yağmur törenlerinde kurbağa ya da kurbağa yavrusu ile ilgili bir adın kullanılıyor olması Kuzey Afrika’dan Yakın Asya’ya (Hindistan, İran), Ortadoğu’ya, Anadolu’ya kadar (ayrıntılı bilgi için İlhan Başgöz, Folklor Yazıları s 16-17) uzanan geniş bir coğrafyada ortak karnaval öğelerinin kullanılmakta olduğunun göstergesi sayılabilir. Kurbağa, Güney ve Kuzey Amerika yağmur törenlerinde de önemli bir işlev görmektedir (İ. Başgöz, agy, s 19).
Eski Yunan kültürünün bütün öğeleri gibi, Yunan ve Avrupa tiyatrosunun temelini de Anadolu-Mezopotamya kaynaklı bereket ritüelleri oluşturur. Anadolu’daki birçok ritüelin, oyunun kaynağı da pagan toplumlara, Şamanizme kadar uzanmaktadır. Hıristiyanlık ve İslamiyet inançları içinde bu ritüeller kendilerine belli ölçüde yer bulabilmişlerdir. Hıristiyanlığın Meryem Ana’sını geriye doğru acı çeken Tanrıça ekseni, toprak ana üzerinden Frigya’nın Kibele’si (İslamiyette Kıble adlanışı) Fenikelilerin İştar-Astare-Aştoret’i, Asur ve Babiyonya’nın Militta’sı, Mısırlıların İsis’i, hatta Yunanlıların Afrodit’i, Romalıların Venüs’ü aynı eksen üzerinde yer alırlar (Metin And, Oyun ve Bügü, s 310).
İslamiyetteki Muharrem ve aşure törenleri de şaman toplumlara kadar uzanan bir gelenektir. Aşure’nin başka dinler ve mitolojide de yaygın bir yeri vardır. “Aşure, aşur, aşura… Hicri yılın ilk ayı olan muharremin onuncu günü. Dünyanın yaratıldığı gün… Hz. Âdem ile Havva’nın cennetten kovulduğu ve Hz. Âdem’in pişman olduğu gün… Hz. İbrahim ve Hz. Musa ve Hz. İsa ve Hz. Yahya’nın doğduğu gün… Hz. Musa ve kavminin Mısır’dan göçtüğü gün… Hz. Yakup’un oğlu Yusuf’a kavuştuğu gün… Hz. Eyyub’un yaralarının iyileştiği gün… Hz. Nuh’un gemisinin Cudi dağına oturduğu gün…. Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edildiği gün… Hz. Nuh, tufandan kurtuldukları gün, bir şükran borcu olarak arta kalan yiyeceklerden bir yemek pişirdi ve buna aşure denildi. Aşure gününü Tevrat, ‘kefaret’ günü olarak da gösterir… Hıristiyanlar, mahşer gününün aşure günü geleceğine inanırlar. İslamdan önce Yahudiler, aşure günü oruç tutardı. Cahiliye devrinde Araplar, aşure günü oruç tutardı. Müslümanlar, ramazan ayında oruç farz oluncaya kadar aşure günü oruç tutardı.” (Vecdi Sayar, 11 Ocak 2008, Cumhuriyet).
Metin And, “Oyun” ve “Şaman”ın karşılığı olan “Bügü” (büyü) üzerinden hareketle, bu yarı dinsel-kutsal insan eyleminin toplumcul yaşam içindeki yerine özellikle işaret etmektedir. Hollandalı tarihçi Johan Huizinga (1872- 1945)’nın Homo Faber (yapımcı insan) ve Homo Sapiens (düşünür insan) ikilisinin karşısına çıkardığı Homo Ludens’in (oyuncu insan) insanı tanımlamada diğer kavramlardan daha az anlam taşımaz. Huizinga’nın oyunun kültürden önce geldiğini, kültür biçimlerinin doğuşunu belirlediğini göstermesi, Metin And tarafından da çok önemli bir bilgi ve kültür açılımı olarak değerlendirilmektedir.
Şaman dönemden bu yana yaşayan “oyun ve bügü” törenlerinin en önemli öğelerinden biri, oyuncuların, topluluk alanında oyuna katılanların, kılık ve görünüş değiştirerek bir başkası olmaya, özellikle özen göstermeleridir. Bu tutum hayatın anlamını arayan insanın çoğul anlam yapısını, halk yaşamındaki diyalojiyi işaret eder.
Orta Asya şamanının türlü adları arasında, örneğin Yakutlar’ın kullandığı ad, Türkçe bir sözcük olan “oyun”dur. Kadın şamana ise Moğolcadan gelen udahan deniyordu, orta şamana orta-oyun, yüce şamana udahan-oyun denildiği de saptanmıştır. “Daha da önemlisi, oyun sözcüğü yalnız şaman için değil, Türkistan’da şaman töreninin tümüne de deniyordu.” (M. A. Caboriginal Siberia, Oxford 1914 Sözlük Bölümü, anan: Metin And, Oyun ve Bügü, s 37)
“Oyun sözcüğünün çeşitli anlamları düşünüldüğünde, bunların hemen pek çoğunun şamanın büyüsel törenindeki çeşitli öğelerde içerildiği görülür. Şaman bu törende dans ediyor, ses ve çalgı ile müziğini yapıyor, yüz kaslarını kullanarak, karnından sesler çıkararak taklit ve dramatik öğelere başvuruyor ve şiir okuyordu.” (Metin And, Oyun ve Bügü, s 37)
Metin And’a göre, bütün İslam ülkeleri içinde, Türkiye, seyirlik oyunların en çok geliştiği ülkedir. Diğer İslam ülkelerinde ortaoyunu yoktur (Metin And, Geleneksel Türk Tiyatrosu, s 41).”
(Alper Akçam, Türk Romanında Karnaval adlı kitaptan)